- Grup: Telergy
- Albüm çıkış: 2011
- Tür: Progressive Rock
- Puanı: 4.5/5
Öykülerini sadece ve sadece müzikle anlatan o şarkıları bilir misiniz? Rush’ın Red Barchetta’sı veya Dream Theater’ın In the Presence of Enemies Pt. 2’si gibi mesela. Sözler olmasa bile şarkının ne anlattığını anlarsınız hani… İşte bugün size bahsedeceğim albüm, The Exodus da bu işi büyük bir ustalıkla başarmış olan bir gruba ait.
Albüm baştan sona zeka ürünü müzik fikirleri ile dolu ve bu fikirler insanı içine çekip sizi resmen esir alıyor. Üzerine basa basa söylemek lazım ki, dinleyiciyi çarpıcı orkestrasyonu le tarihin sayfalarında yolculuğa çıkaran bu albümün tadını tam olarak çıkarabilmek için baştan sona ara vermeksizin dinlenmesi gerekiyor.
Albüm tür açısından oldukça zengin; doğa sesleri de dahil olmak üzere bir sürü farklı tarzı ve rengi bir araya getiriyor. Aslına bakarsanız çalışmanın türüne karar vermek güç; oldukça kaliteli rock, metal, klasik müzik ve caz karışımı, üzerine serpiştirilmiş etnik ve progressive bileşenlerle birlikte çok sağlam bir yapının üzerine oturtulmuş. Anlayacağınız çok fazla derinliği olan bir çalışma bekliyor sizi.
Projeye zenginlik katan başka bir öğe de, birbirinden yetenekli çok sayıda müzisyenin dâhil olmuş olması. Böylesi bir albüm için zengin bir orkestra kullanmak harika bir fikir olmuş, zira albümün destansı bir havası ve tarihi bir konusu var. Çok önemli bir tarihi dönemi ele alan bu temanın detaylarına girmeyeceğim çünkü Robert, kendisi ile yaptığım söyleşide size yeterince fikir veriyor.
Albümün en sevdiğim yönlerinden biri de tam ihtiyacınız olduğu anda sizi, sert ve karanlık bir atmosfere sokuvermesi. Her bir şarkı ayrı ayrı güçlü, duygulu ve karanlık – öyle ki insanı ruhunun derinliklerine kadar sarsıyor ve karanlığa boğup bunalıma sürüklüyor. Sanki o acıları çeken insanlarla birlikteymişsiniz gibi hissediyorsunuz… Anlayacağınız üzere albümdeki anlatım çok kuvvetli! Müzisyenler bu konuda başarılı olunca müzik benim için daha başka bir anlam kazanıyor doğrusu!
Albüm bir şarkıdan diğerine gayet yumuşak bir şekilde akıyor, ama öne çıkanı parçalar da yok değil…
Açılış şarkısı Into the Past, albümün size sunmak üzere olduğuna dair iyi bir fikir veriyor örneğin. Büyükanne ile torunu arasındaki tatlı sohbete ilk kez burada tanıklık ediyoruz ve bu sohbet albüm boyunca size eşlik ediyor. Ben bu yaklaşımı oldukça şık buldum: sıradaki şarkının ne anlattığına dair bir fikir verip gerisini müziğe bırakıyorlar. İlk parçadaki bu kısa konuşmadan sonra şarkı piyanonun etkileyici sesi ile açılıyor. Ardından agresif gitarlar ve davullar, karanlık yaylılar ve arka planda daha bir sürü enstrümanla parça hızlanıveriyor. Çok zengin bir şarkı! Gitar solosu insanı içine çekiveriyor. Hoş bunu albümdeki tüm parçalar için söylemek mümkün, zira albüm boyunca tüm gitarlar fazlası ile lezzetli…
Albümdeki en güçlü şarkılardan biri olan Enslavement ikinci dakikadan itibaren çok karanlık ve saldırgan bir parçaya dönüşüyor. Bu tür atmosferin müptelası olan bendenizin en sevdiğim şarkılardan biri olması hiç de şaşırtıcı değil.
Plague başladığında ise o dönemde çekilen acıları damarlarınızda hissediyorsunuz. Sonlara doğru bir annenin çığlığı insanın ruhunu eziyor ve ustalıkla anlatılan acıya yine ustalıklı yaylılar eşlik ediyor. Duyguları bu denli becerikli bir şekilde aktarmak, dahası, müzikle bu duyguları insana hissettirmek, alkışlanılası! Çok etkilendim doğrusu. Son olarak, müzikte özellikle sevdiğim bir öğeyi barındırıyor şarkı; öne çıkan bas partisyonu.
Eğer etkileyici riflerin ve sağlam gitar numaralarının hastasıysanız, iki parça sizin için ön plana çıkacak: Commandments ve Escape. Etkileyici gitarların yanında, güzel vokal melodileri, orkestrasyonun ön plana çıkması ve tüm bunların şık bir şekilde birbirini tamamlamasını çok etkileyici bulacaksınız.
Son olarak, albümde en sevdiğim şarkı olan Pharaoh’s Revenge’in oryantal çağrışımları ve inanılmaz akılda kalıcı melodileri ile özellikle Türk dinleyicisinin sevgisini kazanacağı inancındayım. Şarkının ritmi ve distorsiyonlu gitarlarları enerjisini parıl parıl parlatıyor. Şahane gitar melodileri, yaylılar ve canlılık veren titreşimler insanın albüm boyunca yaralanmış ruhunu iyileştiriveriyor.
Özetle bu albüm, iyi anlatılmış bir hikâye ve oldukça kaliteli rock estetiği ile eksiksiz bir resim sunmayı çok güzel başarıyor. Bu atmosferik renkler birbirini o kadar güzel besliyor ki müziği aşan bir sonuca ulaştırıyor.
Dream Theater , Pink Floyd, Rush, Trans-Siberian Orchestra, Nightwish, Kamelot, Within Temptation ve Symphony X gibi grupların takipçileri için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir albüm.
Albümü bu kadar beğenmişken, projenin arkasındaki isme birkaç soru sormadan da bırakmak istemiyorum tabii… Albümün gitarlarını da çalan Robert McClung’la gerçekleştirdiğim söyleşiyi (İngilizce olarak) burada bulabilirsiniz.
No Comments