O duyguyu bilirsiniz değil mi? Elinizden düşüremediğiniz bir kitaba başlarsınız ve hiç bitmesin istersiniz… Ya da Fringe gibi, Doctor Who gibi bir diziyi yeni keşfedersiniz, sonsuza dek sürmesini istersiniz… Ya da işte bir albüm geçer elinize, ilk parçasından anlarsınız aklınızı alacağını, her saniyesine bayılacağınızı, içinize işleyeceğini. Benim gibi ruhu sürekli yeni ve iyi müziğe aç olanlarınız için bir kurtuluş! Tekrar tekrar dinlemek, aklınızı alan nedir keşfetmek için sabırsızlanırsınız ya, işte Murder King’in uzun senelerdir beklenen albümü Gürültü Kirliliği, tam olarak böyle hissettirdi bana… Bir de sanki payımız varmış gibi bir de gurur!!! Ülkeye olan inancımı artırdılar resmen… Vay arkadaş! Bekledik ama, ne değdi… Kim bilir, belki de doğru zaman buydu…
Sizi bilmem… ben bir albümden ne bekliyorsam, fazlasını Gürültü Kirliliği’nde buldum. Dinamizm, enerji, karakter, melodi, teknik, akılda kalıcılık, agresyon, distortion, ruh, duruş, tavır, mesaj ve gayet hacimli, ele gelen bir tekstür! Sonuç, keyifli, kısa ve öz, tutarlı, karmaşık, yoğun ve girift bir albüm! Ve karanlık! Çok karanlık ama müzisyenlerin kafaları çok aydınlık! Ve sert! Ama sert olmak için sert değil de, yerinde, zamanında ve tadında. Sertlik adına diğer müzikal öğeleri hiçe saymadan sert…
Tutarlı dedim ama sakın ha, bu aklınıza tüm şarkıların birbirinin aynı olduğu albümleri getirmesin; her parçanın özgün bir karakteri var. Hatta her şarkının içinde nakış gibi işlenmiş değişik bölümler, pasajlar, geçişler var… Gürültü Kirliliği’ni, tek bir cümleyle anlatmak gerekirse; endüstriyelden tutun da hard-rock’a, djent’e, klasik metale kadar havsala sınırlarını zorlayan bir sürü yapıyı alıp, açılış anından son notaya kadar kafanıza kafanıza vurmak suretiyle gaza getiren, başka mecralara sürükleyen ve basitçe ruhunuzu besleyen bir albüm.
Nereden başlamalı? Mmm evet Sound!
Açık konuşayım, artık imkânlar bu derece genişlemişken, müzisyen ile ses mühendisi arasında sınırlar kalkmışken ve kalite seven, seçici dinleyicinin seçeneği bu kadar çokken iyi bir ses kalitesine ulaşamayan bir albümü hatır için bile dinlemek mümkün değil… Madonna albümü gibi, pırıl-pırıl bir ses kalitesi istiyoruz biz abi…
Bir Cynic albümünde olduğu gibi vokal efektlerinin yoğunluğu ya da bir Mastodon’da olduğu gibi vokallerin mikste kaybolmuş hissi yaratması, sound’unuzun bir parçası, grubunuzun imzası değilse dengeli bir miks, kaliteli bir mastering ile gelin dinleyicinin karşısına… /rant Hoş yazarken farkettim, bizdeki durum bunun tam tersidir genelde.. Türk sound’u= bastırılmış gitarlar, domine eden vokaller 🙂
İşte burdaki durum bunların hiçbiri değil. Bu anlamda Murder King’i ayakta alkışlamak gerek… On Air Müzik’ten yayınlanan albümün kayıt ve miksajı Arın Baykurt tarafından Jingle Jungle Stüdyo’sunda, masteringi ise Soilwork, Paradise Lost, Opeth ve Amon Amarth gibi grupların prodüksiyonlarının yapıldığı Fascination Street Studios’da Tony Lindgren tarafından yapılmış. Sonuç, tüm enstrümanların pırıl pırıl duyulduğu, yerinde ve zamanında ön plana çıktığı bir sound.. kat kat işlenmişliğe rağmen elde edilmiş kusursuz, organik bir denge!… Başka sorum yok!
Besteler
Albümde dikkatimi çeken ilk özellik yüksek kaliteli bestecilik oldu! Dergiyi kurduğum ilk günden beri kritiğini bayılarak yazdığım tüm albümlerin ortak özelliği belki de buydu: Teknik ve dikkat çekicilik/akılda kalıcılık arasındaki denge! Birbirine cuk diye oturmuş karmaşık unsurları tek tek sindirmek zaman alacak olsa da, kesinlikle içine girmesi zor bir müzik değil yaptıkları. Aksine, nasıl yapmışlarsa artık, kamyon yüküyle leziz ve zekice melodiyi ve dokuyu birbirleriyle öyle bir örtüştürüp eksiksiz, tutarlı bir bütün ortaya çıkarmışlar ki anında seviyorsunuz albümü. Çok iyi kurgulanmış besteler, çok!
Akış
Hani uzun zamandır bir Murder King albümü bekleme hikayesi var ya, işte ben bunun nedenini anladım. Albümde bir tane bile “eh işte” dedirten parça, geçtim parçayı, yersiz nedensiz yere orada olan saniye yok! Su gibi akıyor albüm. Çok emek harcanmış özetle…
Tarz ve Mastodon Sendromu
Hiç google’a koşmayın boşuna, ben uydurdum Mastodon sendromunu 🙂 Şöyle ki, kendisi de iyi metal dinleyen, hatta bizzat müzisyen olan bir arkadaşım bir gün “Mastodon’u adı yüzünden senelerce dinlemedim” dedi. Çok Mastodon referansı oldu ama durun, tam yeri geldi 🙂 Açıkçası, Murder King’den beklediğimden çok farklı bir tarzla karşılaştım. Aman ha, “tarz” derken “kalite” ile karıştırılmasın, Can Uzunallı, Fırat Öz, Össan Deneç ve Onur Akça’dan oluşan bir gruptan bahsediyoruz, tabii ki ciddi bir kalite bekliyordum. Beklentimin farklılığı daha çok grubun yönü ile ilgiliydi.
Murder King’i İstanbul seyahatlerimin vazgeçilmez parçası olan Dorock ziyaretlerimdeki bar programlarından ve tabii Can’ın ekibe katılmasından sonra gerçekleşen, sonuna yetişebildiğim Ankara konserlerinden tanıyorum. Buralardan izlenimlerimle, nedense daha old-school, daha brutal-yoğun, böyle “ahan da metal!” tadında bir albüm yapacaklarmış gibi düşünmüştüm. Ancak, grup çok daha modern ve – genel kanının aksine bunu bir övgü olarak söylüyorum – mainstream potansiyeli çok daha yüksek bir albümle karşıma çıktı… Bunun yegâne nedeni de albümün her yerinden fışkıran melodi unsuru. Ne güzel kulağınız, ne güzel dünyanız varmış yahu! Melodi, albümü dinler dinlemez beğenmenize neden olurken, teknik üstünlük de muhtemelen yıllarca dönüp-dönüp dinlemek istememize neden olacak! Hem kısa hem uzun vadeyi kurtarmış grup! Gitarlar akıllara zarar; hem tonlar dehşet (Boykot’un introsu!!!), hem de albüm riff cenneti mübarek! Klavyenin ve ustaca kullanılan efektlerin kattığı muhteşem tadın katkısı inanılmaz – katman katman bir müzik, her dinlediğinizde yeni bir şey… Arka planda neler oluyor öyle?!! Albümdeki bazı sololar son zamanlarda duyduklarımın en iyi, en ruh dolu ve en hatırlanası olanlarından. Sonra tabii Türkiye’de yetişmiş en iyi ustalardan birinin elinden çıkma o komplike, o mis davullar!!! Tekniği inanılmaz Onur’un – adamın davulu sadece bir ritim aracından çok daha fazlası, yaptıkları şahane müziğin önemli bir parçası. Ve gruba geçtiğimiz aylarda katılan Can… Ruhunu ortaya koyduğu performansı ile albümün tarzı ve grubun yönüyle o kadar mükemmel bir uyum içinde ki! Hem temiz vokalleri hem brutal’leri, hem çığlıkları muhteşem. Hatırlatmak isterim, bu tarzın dünyaca ünlü gruplarında bile bu işi bazen tek vokalle kotarmak mümkün olmuyor. Başaran ustalardan aklıma gelen ilk iki isim Christian Älvestam ve Devin Townsend oldu… Gürültü Kirliliği’ndeki parçaların yıllardır ağız suları eşliğinde dinlediğim Scar Symmetry (bakınız, Oscillation Point , Ghost Prototype I – Measurement of Thought) parçalarından aşağı kalır yanı yok! İnsan düşünmeden edemiyor; Can’sız bir Murder King albümü böyle olur muydu? Vokalistin bu leziz karışıma katkısı nedir? Söylemeye gerek yok tabii… Her müzisyen ayrı bir usta – öyle ki albümü gitar odaklı, vokal odaklı diye sınıflandırmak olasılıksız. Tam da orada ne lazımsa, o var… Klavye mi, elektronik bir dokunuş mu, back vokaller mi, atmosfer mi ararsınız? Hepsi orada; tam yerinde. Eğer tüm bunlar bu albümdeki müzisyenliğin muhteşemliği hakkında yeterince şey söylemiyorsa, artık ne söyler bilemiyorum.
Söylenemeyen bir sürü şey…
Albüm müziğinin kusursuzluğu kadar duyarlı sözleriyle, duruşuyla, öfkesiyle ve fakat inancıyla da ruhunuzun en derin köşeleriyle konuşacak! Canımızı yakan insan hikayelerinin yaşandığı şu günlerde içinize biraz olsun su serpilecek.
Albümdeki favorin ne diye sorarsanız, anında aklıma albümün yarısı geliyor. Zamanla hangisi daha derin izler bırakır göreceğiz ama albümle geçirdiğim ilk günler dudağımı uçuklatan beş, altı parçayı hızlıca anlatayım…
Bu Daha Başlangıç: Hem albüm hem de gelecek konserler için görkemli bir açılış! Çok iyi düşünmüşler. Bazılarınız hatırlayacaktır, Dream Theater kendi adlarıyla çıkardıkları son albümlerinde, orkestrasyonunu gurur kaynağımız Eren Başbuğ tarafından yapılan ‘False Awakening Suite’ ile açmıştı albümü. John Petrucci parçayla ilgili olarak bir röportajında şöyle demişti: “Konserleri açmak için başkalarının film müziklerini kullanmak yerine kendi görkemli, sinematik açılış parçamızı yapalım istedim”.
Parçanın adı da pek manidar. Artık, “birazdan dinleyeceklerin ağzının ortasına geçiriverecek” mi diyorlar, hoş hiçbir şey sizi birazdan duyacaklarımıza hazırlayamaz o ayrı, yoksa IQ testine günler kaldığı şu günlerde ülkede bir şeylerin sonunda değişeceğine mi gönderme yapıyorlar bilemedim. Her halükarda zekice olmuş…
Susma: Favorilerimden biri, net! Çok iddialı açıyorlar albümü, ilk dinleyişimde ağzım resmen açık kaldı. Parçanın sert yapısının altına nefis, groovy bir tempo yerleştirmişler. Senin davullarına kurban Onur Akça! Albümün en kompleks parçalarından da biri aynı zamanda. İlk anda duyulanın ötesinde derinlerde bir riffler, brutalinden temizine bir geri vokaller var ki, hastası olmamak mümkün değil. O başta bahsettiğim hacimli tekstürü bu parçada pekâlâ görebilirsiniz. Arın, müzisyen olsam kapını çalardım, net!
Nakarat inanılmaz! İlk duyduğum anda damarlarıma işledi resmen. Parça kulakta bir dolgunluk, bünyede bir doygunluk inşa edip yerini Demokrasi’ye bırakıyor. Evet, Onur Aldoğan imzası taşıyan ilk videolarını çektikleri parça bu… Elektronik öğeler, double bass, melodik vokaller çok güzel harmanlanmış. Artık bu sonuç, aynı zamanda eski bir klavyeci olan Össan Deneç’in klavye/synth numaraları mııdr, VST midir bilemem ama Össan ve Arın’ın stüdyoda harikalar yarattığının bir resmi olduğu kesin. 10 numara parça özetle. Albümün en iddialılarından doğal olarak. Klip de şahane!
Kabusun Sonunda: Bu nasıl bir parçadır böyle?!!! Her dinlediğimde içim param parça oluyor. İçinize, derinlere işleyen o hüzünlü melodisini mi söyleyeyim, size gerek toplumsal, gerek kişisel sorunlarınızda birileri tarafından anlaşıldığınız hissi veren sözlerini mi, umut aşılayan mesajını mı? Ayşe Saran’ın geri vokallerinin ne kadar şahane olduğunu mu anlatayım? Teknik olarak ilk iki şarkıdan kalır yanı yok parçanın, bir de üstüne üstlük Can’ın bir duygu yüklü vokalleri var ki, anlatılmaz! Müzisyen yumuşak vokal tekniğiyle de ne kadar başarılı olduğunu açıkça göstermiş.
Ben müzikte kontrast severim. Çılgınca sert rifflerin üzerine yumuşak vokaller olsun ya da Swallow The Sun ya da Barren Earth’te olduğu gibi nispeten yumuşak altyapıların üzerine cezalandırıcı, Death vokaller olsun, öfkeli double bass üzerine groovy ritim olsun, adını siz koyun. Her zaman beynimde değişik bir yerleri gıdıklar tezatlık. Sadece bende yaratmıyor tabii bu etkiyi. Tecrübeli müzisyenler bir plan dâhilinde, usta bir biçimde uygulamışlar teoriyi müziklerine belli ki.
Metale de özellikle yakışır bu formül. Bu parçanın mesela, sert rifflerle başlayıp, bir anda süper duygu yüklü, orta tempo bir parçaya dönüşmesi ve sonra yine sertleşmesi fena halde etkiliyor beni! Parçanın sahibi Fırat Öz, “az konuşurum öz konuşurum” diyor herhalde??!
Benim kitabımda Kabusun Sonunda mükemmel bir parça; herhangi bir şey eklemek ya da çıkarmak mümkün değil! Her şeyin yeri, rolü belli ve şarkının atmosferi acayip kuvvetli. Saygılar Murder King!
Evet bu uzunlukta yazmaya devam edersem, kitaba dönüşecek albüm incelemesi. Siz anladınız benim albüme hayranlığımı…
Bunlar dışında beni en çok etkileyenler….
Boykot: Albümün sert manevrası… Açıkça “yok abicim, size nefes almak yok” diyorlar. Burada bildiğiniz sapıtıyor albüm ve grup tüm gücüyle adeta saldırıya geçiyor. Boykot’un introsu albümdeki en favori anlardan biri… O Djent tonuna ölürüm! Konserlerde bu parçada kalabalığın mosh pit’e anında daldığını görebiliyorum..
Mutsuz Son: Kesinlikle favorilerimden biri! Sorarım, nereden buldunuz pop müziği kıskançlıktan çatlatacak bu melodiyi? Vicdansızlar! İnsanlar ekmek yiyor popüler müzikten! Tabii, o melodi üzerine katman üstüne katman…
Bağnaz: Can’ın brutalleri çok samimi, ikna edici ve yetkin… damarlarınızda hissettiriyor adam vermek istedikleri mesajları… Gitarlar, efektler, her şey şahane!
Kindar : Össan introda gitara yine acayip şeyler yaptırıyor!!! Hele o bridge yok mu? Vokaller derin, öfkeli, vahşi! Adam sanki cehenneme gönderilmiş de oradan söylüyor… Hmm düşündüm de ülkedeki durum da zaten bir nevi böyle değil mi? Ve de eklemem gerek: sözler beni derinden etkiledi…
Son sözler
Türkçe metal – İngilizce metal tartışmasına girmeyeceğim. Pentagram, Murder King, Mor ve Ötesi gibi gruplar bu ülkede çok büyük bir boşluğu dolduran, Türk gençliğine değer katan gruplar!
Sadece, uluslararası bir müzik dergisinin sahibi olarak şu kadarını söylememe müsaade edin. Eğer bu albüm İngilizce çıksaydı, Amerika’nın ve Avrupa’nın önemli listelerine yüksek sıralardan giriş yapabilirdi. Listeler, ödüller ve sair önemli olduğundan değil, sadece yapılan işin dünya ölçeğinde nerede olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ben büyülendim… Açık söyleyeyim, Murder King tüylerimi diken diken etti!
Ya, kimleri kimleri kızdıracağım şimdi bilmiyorum ama ilginç bulabileceğiniz bir analizim var benim… Dünyada her gün yeni ve başarılı bir grup çıkıyor – teknolojinin müzik endüstrisine kötülüğü kadar iyiliği de dokundu. Ama işte sonuç: inanılmaz bir rekabet var! Ya en iyisini yapacaksın ya da o stüdyoya boşuna hiç girmeyeceksin kardeşim…
Diğer yandan, kabul edelim, ülkemizde böyle kanın gövdeyi götürdüğü kıyasıya bir rekabet pek yok… Demek istediğim odur ki; Murder King’i böylesine kusursuz, böylesine tutkulu, böylesine kaliteli bir albüm yapmaya iten ruhları, kalpleri, müzik aşkları, tutkuları, öz motivasyonları değilse nedir?
Velhasıl…
Çok zekice yazılmış, çalınmış, kaydedilmiş, mikslenmiş, süper dengeli, süper taze bir albüm Gürültü Kirliliği… Yürekten kutlarım Murder King, ellerinize sağlık.
Eh, grup üstüne düşeni yapmış, biz müzikseverlere de artık ne düşer belli… Alın, dinleyin, bahsedin, paylaşın, dinletin, tanıtın, sattırın… Klişe olacak ama, bir paket sigaraya, barda içtiğiniz bir şişe biraya, bir ‘tall’ kahveye verdiğiniz parayı bize kaliteli eserler veren sanatçılardan esirgemeyin, gidip görün, sahip çıkın… Albümdeki inanılmaz emeğin, özverinin, tecrübenin, yaşanmışlığın hakkını verin!
Verin ki, bu az bulunur adamlar bize daha nice albümler versinler… Umalım ki Bu Daha Başlangıç olsun! Zira Gürültü Kirliliği, daha fazla isteten türden bir albüm 🙂
Sevgiler,
Lady Obscure
No Comments