Oyunun tanıtım yazısında belirtildiği gibi İlyas Özçakır’ın tasarımını yaptığı ve üçlemeler hâlinde sergilenecek serilerden Birileri, seksen beş dakika tek perde bir oyun. Sahnede üç farklı karakterin hikayesini izliyoruz. Birbirinden bağımsız üç kısa oyun izlemek gibi düşünün. Her yazarın belli ki bizlere anlatmak istediği ayrı bir derdi var. Projenin tümünde aktarılmak istenen dertlere, merakımı uyandıran bir oyundu. Devam işleri de takip edeceğim.
Birinci karakter, Öykü, kurumsal hayatta başarılı bir kariyere sahip olan bir kadın. Fakat bir gün, özel hayatından bir kesiti sosyal medyada paylaşması sonucu işinden kovulur. Kariyerine ve hayatına devam etmeye çalışır. Ama akla mantığa sığmayacak çeşitli sebeplerden ötürü hayatının bu kötü gidişatı, onu tüketene kadar durmaz. Bu oyunu iki yönlü değerlendirdim. Birincisi; bir kısmı abartı da olsa, birçok çalışanın şu zamanlarda maruz kaldığı saçma sapan dayatmalar. Karakterin bu tutumlar karşısındaki yorgunluğu ve çaresizliğini güzel işlemişler. İkincisi; günümüz insanlarının sosyal medyada her anlarını paylaşmaya dair duyduğu dürtüler. Bunun ne kadar gerekli olduğu sorunsalı. Gereklilik de demeyelim, bu isteğin içten mi geldiği yoksa çevre ve yığın kültürünün sonucu olup olmadığı. Bahsi konu iki sorgu da beni sahnelenen üç öykü içerisinde daha çok içine çeken konular oldu. O yüzden Öykü’nün hikayesi benim için diğerlerinden bir adım önde.
İkinci karakter, Onur, eşcinsel ve henüz yakınlarına bunu açıklayamamış bir birey. Dünyanın birçok yerinde cinsel kimliklerini, özünde kim olduğunu gizleyerek yaşamak zorunda olan bu kişilerin dünyasını dert edinmiş bir hikaye. Bu konuların anlatılması, sahnelenmesi, toplumda “normalleşmesi” için sık sık işlenmesi önemli. Fakat kendi adıma, en basit açıklamayla “ötekileştirmeyen” bir düşünce yapısında olduğum için bu hikayeleri daha fazla izlemesem de olur dediğim bir gün oldu. Sinemada bir dönem aşırı derecede işlenmiş ve hâlâ devam eden bu konu, artık seyir zevki açısından pek ilgimi çekmiyor. O yüzden Onur’un hikayesi, benim üzerimde büyük bir etki yaratmadı.
Son karakter, Ferda, Anadolu’dan İstanbul’a, yazar olup büyük işler başaracağı inancıyla göç etmiş, villalarda yaşamayı hayal ederken kirasını ödeyemediği bir bodrum katına hapsolmuş biri. Yaratıcılık bazlı işlerin pek değer bulmadığı memleketimizin bu kişiler üzerindeki etkilerini anlatan bu hikaye, her stilden biraz ama en çok da grotesk bir anlatıma sahip. Ferda, İstanbul’daki hayatının dönüş noktası olarak gördüğü bir proje için senaryo yazmıştır ve yapımcı firmadan olumlu yanıt alıp heyecanlanmıştır. Ancak ortada tek bir koşul vardır, o da yazdığı baş karakter olan Feza’yı komple değiştirmesi. Neden mi? Çünkü Feza, yığınların, popüler kültürün dışında, eleştirel, sorgulayıcı, dediğim dedik ve dürüst bir kararkter. Yani, satılabilirliği (!) yok (en azından bir görüşe göre). Ferda ise, bu karakterde kendisini bulan bir yazar aslında. İşte bu noktada yaşadığı iç çatışmayı bizlere izletiyor. Başarılı buldum
Bütününde güzel bir proje olmuş ve devam işlerini merak ettim. Takip edeceğim. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
No Comments