Yaklaşık 70 dakika, tek perde, sevdiğim türde metinli, karakterli dolu bir oyun.
Öncelikle metin ile ilgili konuşmak istiyorum. Bana Charles Bukowski, Chuck Palahniuk, Marquis de Sade gibi yazarları, onların karakterlerini, diyaloglarını anımsattı. Bunlar öyle kişilerdir ki toplum içinde söyleyemediğiniz şeyleri çatır çatır konuşurlar ve hepimizin söylemesi gereken şeyler olabileceğini bizlere hatırlatırlar. Dün izlediğim bu oyunda Danny ve Roberta benim için böyle karakterlerdi. Onlar, bu hayatta iyi olmaya çalışıp, toplum normlarına uymak isteyip, başlarına gelenler yüzünden hayal ettikleri gibi olamamış (ya da olamadıklarını sanan), uyum sağlayamamış kişiler. Aslında hepimiz gibi. Söyleyemedikleri yüzünden uykusuz kalan, pişman olan, sinirli olan, depresyonda olan bizler gibi.
Metehan Kuru ve Maral Tatar’ın oyunculuklarını tebrik ediyorum. Çok uyumlu ve doğallardı. Maral Tatar’ı çevirisi için ayrıca tebrik etmek lazım sanırım. O coğrafya, o karakterler için Türkçenin doğru hâlini bulmuş, metni oluşturmuş. Diyaloglar yerinde, akıcı. Sertlikler, duygu inişleri çıkışları dozundaydı.
Seyirci olarak etkilendiğim bir diğer yön de sahne tasarımıydı. Işık, dekor, kostümler hepsi beni Bronx’taki o bara ve üst sokaktaki Roberta’nın evine götürdü. Dünyayı bence iyi kurmuşlar. Bizlere yaşattılar. Tebrik ederim.
Emeği geçen tüm ekibe alkışlar. Seyircisi, ışığı bol olsun.
No Comments