Specials Türkçe İçerik

Spotify hırsız köpekler

BÖLÜM 1: BİR LİSAN BİR İNSAN

Şu ahir ömrümde 30 kupon biriktirmeyi hiçbir şekilde becerememiş süreklilik arz eden, basit ve aynı şekilde yapılan bence sıkıcı işleri bitirmekte aşırı zorlanan bir adamımdır, o yüzden blues sevmem diyim de beni gömün, üzerime üzerime füze atın. Milletin evi Arcoroc marka mavi yemek takımlarıyla azıp coşarken ya da her ramazanda verilen dev boy-mega boy yaldızlı kapaklı kuşe kâğıda basılmış İslam ansiklopedisi gibi eserlerin hiçbirisi benim yüksek sorumluluk duygum nedeniyle bizim eve uğrayamadılar. Hayatımda müzik hariç hiçbir işe tutku ile bağlanamadım, müzüüğü de son ürün haline getirmek konusunda da ciddi sıkıntılarım ve şanssızlıklarım vardır ama bu konuya girersek çıkamayız. Şimdiye kadar hangi konuya girip de çıkışı buldun Memed Efendi?

Öğrenebildiğim hemen her şeyi, ilgi alanlarımı neredeyse dinlediğim gruplar belirledi-şekillendirdi. Onların yazdığı şarkı sözlerinde geçen edebi referanslar, filmler, kitaplar, yazarlar, şairler, albüm kapaklarındaki resimler, o resimlerdeki imgeler ooofff olaylar olaylar saymakla bitmez. Ulan tek başına Powerslave’in kapağı yeter. Zamanında Leman-Limon alır ilk Lombak açılır oradaki çükü ilk kim bulacak yarışması yapardık aramızda, evet sorunlu gençlerdik neyse, aynı onun gibi Iron Maiden albüm kapaklarındaki küçük detaylara muzip dokunuşlara dalar giderdik. Hey gidi günler aptal, cahil ve aşırı toy heriflerdik ama süper mutluyduk, aslında hala mutlu şapşikleriz bir yandan.

İngilizcemin can çekiştiği o dönemlerde, deliler gibi aşık olduğum müzik acaba bana neler fısıldıyordu, şarkı sözleri nelerden bahsediyordu? Anamıza bacımıza mı sövüyordu yoksa hayatta düstur edinebileceğim öğütleri mi vardı yoksa gerçekten other bands play manowar kill miydi bütün derinlik.

Çağlan Özgüner, Alper Ercan ve Taylan Bilgiç kardeşlerime enişten duygularımla

Şimdilerde Anadolu Lisesi olan ve benim okuduğum dönemde okul müdürü uyuşturucu satmaktan içeri alınmış, bir diğer müdürü de makamında sarhoş olmaktan görevden alınan dümdüz bir devlet lisesinde İngilizce öğrenmeye kasıyordum sırf heavy metal aşkına. Sürekli tahtaya pleassure to kill, tormentor ya da ne biliyim die by the sword yazar kendi kendime eğlenirdim. Bu yazıları gören İngilizce hocası kim bu hasta ruhlu derdi, tüm sınıf beni gösterirdi parmaklarıyla, nasıl onore olurdum, nasıl gurur duyardım kendimle anlatamam.

Neyse yıllar yıllar sonra bahsi geçen pek de sevmediğim İngilizce hocam, benim gitar dersi verdiğim okula yaklaşık 1453 yaşındayken şan dersi almaya gelince tanıdım kendisini, merhaba dedim hal hatır sordum. Kadıncağız o an gerçekten çok mutlu oldu, hatta abartıp; gülmemi tutarak, üzerimde çok emeğiniz vardır diyerek yaşlı kadının gözlerinin tam içine bakarak, hayatımda söylediğim en kolay yalanı söyledim. Kadın eve gidince beni hatırlamış olacak ki; bir sonraki görüşmemizde selam bile vermeden yanımdan geçip gitti yaşlı götemeş. Hafızalarda bu kadar ayrıcalıklı bu kadar iyi bir yer edinmek konusunda doğuştan gelen bir yeteneğim olduğu gerçeğiyle sürekli karşılaşmak bana müthiş bir güç, inanılmaz bir motivasyon sağlıyor. Lafı daha fazla uzatmadan- sanki şimdiye kadar goy goy yapmamış gibi davranıp suçu başkasına atar gibi yapayım konuya girmeye çalışayım bakalım ne derece başarılı olacağım. Efendim Âlmânlar ikinci cihan harbinde….

bu yazı “lights camera revolution” albümü özellikle de bu şarkı eşliğinde yazılmıştır ama sansürsüz haliyle 

Daha önce söylediğim üzere İngilizce adına ne öğrendiysem Iron Maiden, Metallica, Megadeth, Slayer, Destruction, Kreator, Accept, Helloween gibi o dönemde her saat, her dakika dinlediğim grupların şarkı sözlerinden öğrendim. Çağlan Özgüner, Alper Ercan ve Taylan Bilgiç gibi sevgili arkadaşlarım ile Tunalı paşajında buluşur pek sevgili Kerim Avcı (Pause) sonradan aynı dükkânı devralan sevgili Süleyman Özyıldırım (Shades) ağabeylerden plak kaplarını ödünç alır, paşşajdaki kırtasiyede fotokopi çektirirdik. Hatta biri gelmemişse onun içinde ekstra kopya alır ilk görüştüğümüzde kendisine teslim ederdik, böyle kral çocuklardık, şimdiki bireyselliğinin doruklarındaki zibidiler gibi değildik, arkadaşlıklarımız sağlamdı çok severdik birbirimizi, destek olurduk; hala da oluruz. Sonra ya bize ya da başka birinin evine gidip, ellerimizde sözlükler şarkı sözlerini tercüme etmeye çalışırdık. Ayrıca; ses teknisyeni kimmiş, katkıda bulunan sanatçılar kimmiş, hangi stüdyoda kayıt yapılmış, ne gibi ekipmanlar kullanılmış, misk! diye bir şey var mastering diye de bir şey yazmışlar,  şu emmi yapmış acaba miks mastering ne demek diye küçücük dünyamızda cebelleşir bu sorularla birbirimizi darlar öğrenmeye çalışırdık. Hatta special fucks to bölümü olurdu kimi gömmüşler diye ilk onu okurduk. İnternet yoktu o dönemler yerkabuğu yeni soğumaya başlamıştı ama kesinlikle şimdiki dünyadan çok daha güzel bir yerdi.

Yaşlı göt ne vıkvıklıyorsun şimdi gogollasan aile cilt numarasına kadar her istediğin bilgiyi bulabiliyorsun, ne tatava ediyorsun diyenleriniz olabilir, onlara güzide Türkçemizle edilmiş en uzun küfürü sevgilerimle sıralamak isterim. Merak ediyorsanız gogollayın itinoğulları hadi bakalım madem bilgiye ulaşmak bu kadar kolaymış sevgili valideniz hakkındaki derin düşüncelerimi dolaylı yoldan öğreniverin hem de zahmetsizce.

İşte dostlar benim derdim böyle başladı. Derdimi skiyim ne dertmiş; konuya girmem tam bir buçuk sayfa tuttu alüminyum:)

ergenliğim sırasında milli marşım gibiydi hala öyle

Hatta konuya hazır girememişken devam edeyim; Bilkent’te okuduğum yıllarda hazırlığın ilk döneminde bir yakınımızın-Bilkent hazırlıkta öğretmen olan-kızı bana derslerde yardımcı oluyordu-kızı derken evet kızdı ama kendisi Dedem Korkut’un rahle arkadaşı olacak kadar bu soluk mavi gezegende zaman geçirmişti, yaşı karbon testi ile tespit edilebiliyordu. Uzatmayayım; bir gün hanım apla bana hadi sevdiğin bir şarkının çevirisini yapalım dedi, ben de hiç düşünmeden –ki bunun haber değeri yok- o ara en sevdiğim gruplardan olan Destruction’dan “Reject Emotions” isimli güzide eseri dinletmeye başladım. İnanın hiçbir kötü niyetim yoktu, hatta şarkı sözlerine hiç dikkat etmemiştim, hoş etsem de 6 saniye sonra konu benim için bulamaç olup beyin kıvrımlarımın arasında unutulmuş olacaktı. İntro mintro sonrasında vokal girince hanım apla olduğu yerde bir zıpladı sonra hafiften titreyerek yere indi ama ben pek oralı olmadım ki zaten olsam ne yazar freni boşalmış kamyon gibi sözler girmişti bile. Utançtan mı, yoksa ulan ben hayatta bunları nasıl ıskaladım der gibi yüzü kıpkırmızı olan kıza mı odaklanayım çeviri mi yapayım bilemedim ama konu boka sarıyor-onu fark edecek kadar IQ var o zamanlar, ben de tam bir mal gibi bari bozuntuya vermeyim de çevirmeye devam edeyim diyordum. Princess, you wanna open your legs, Is it time to show you my way of love bölümüne gelince hanım apla garip sesler çıkararak mavi ekrana geçiverdi, ben de bunun son dersimiz olacağını bilmeden salak gibi gülmeye başladım. Hanım apla ne odadan dışarı çıkabiliyordu ne de ben gülmemi tutmayı başaramıyordum. Neyse gülmekten nefes almayı başarabileceğim kadar bir süre geçmişti (bence 5-10 dakikayı bulmuştur) hanım apla bugünlük bu kadar yeter diyebildi. Yaşanan şeylerden ders almak şöyle dursun, zerre kadar çıkarımda bulunamayan ben, mal değneği olarak gelecek derste de çeviri yapar mıyız diye kendisine-şimdi bakınca oldukça mal bir soru sordum, o an hanım aplanın gözpınarlarının dolmuş olduğunu görüp aaa dedim içime sadece. Hanım apla ile bu olaydan çooooook sonra daha iğrenç koşullarda karşılaşacaktık ama ne o ne de ben bunu biliyorduk o zamanlar. Ben bu satırları yazarken, hanım apla “suçum neydi de bu salağı başıma musallat ettin ellam” diye düşünüyor olabilir hala.

bavyera’nın abazan üçlüsünden mikemmel bir şarkı

Madem spotify konusuna hiç giremiyorum hazır elim değmişken onu da anlatayım da şenlensin viraneler. Kadir Çakır diye hala çok sevdiğim ama yıllardır görüşemediğim bir arkadaşım vardı hazırlık döneminde. İkimizde okuldaki çok az sayıdaki metalcilerdendik. Çok çabuk kaynaştık, hemen her günümüz bir arada geçiyordu, bütün gün çay içip, müzik dinleyip, satranç oynayıp İngilizce çalışıyor muyduk onu pek hatırlamıyorum ama güzel zaman geçiriyorduk. Neyse bizim okuduğumuz dönemde okulda çok az sayıda türbanlı vardı. İki tanesi sürekli birlikte dolaşıyorlardı, biri bıyıklı diğeri bıyıksızdı. Bıyıklı olanı kahverengi tonları tercih ederken, sonradan adının Elif olduğunu öğrendiğim bıyıksız ve kayadenüzli kız, mavi-yeşil renk skalasında kıyafet tercihlerini yapıyordu. İçime Cemil İpekçi kaçtı galiba. Neyse bu teyzeler önce tuvalete gidip sonra koridorlarda arz-ı endam ediyorlardı. Gözlem yeteneği makak maymunundan hallice olan ben bile bu döngüyü tespit ederek, suç ortağım Kadir efendi hazretlerine zeka dolu planımı anlatıp erketeye yatmasını sağladım. Kadir’in koridoru kolaçan etmesiyle kızlar tuvaletinin çiviyle tutturulmuş levhasını söküp erkek yazısı ile değiştirdim o arada Kadir geliyorlar layyyn diye bağırarak yanıma sökün etti, zaman kaybetmeden tuvalete daldık ve sanki pisuar varmış da işiyormuşuz gibi teyzeleri beklemeye başladık ve kapı açıldı. Emin olun flash tv oyunculuğu bizim rol yeteneğimizin yanında Al De Nicholson etkisi yapar; teyzeler kapıyı açar açmaz; yuuuuh bu ne ya bir de türban takmışsınız ayıp ayıp utanın gibi ayrancı teyzesi sayıklamalarıyla teyzeleri abdestlerini tazelemek üzere eski orijinal erkekler tuvaletine postaladık. Gerçek! erkekler tuvaletinde de bizim gibi döşü kıllı, deri kıyafetler içinde, üstü çıplak edeleli erkekler olduğu için benzer bir durum yaşandı. Sonra ne mi oldu? Hani bana derslerimde yardımcı olmaya ant içmiş eğitim neferi, tanıdığımızın kızı ve o okuldaki öğretmen olan hanım apla vardı ya işte o tuvalete girdi, biz içerideyiz Kadir ile birbirimize bakıp salak gibi sırıtıyoruz. Hay Allahım ne güzel bir tesadüf, önce aplaya bavyera dolaylarından abazan şarkısı dinletip çeviri yapıyorum sonra bebeyim buralara sık gelir misin gibisinden sevimli bir tavşan misali tuvalette ona küçük sürprizler yapıyorum. Aaa sizin burada ne işiniz var dedi. Normal bir insan evladı olsam durumu açıklamaya çalışırdım ama bu eğlence hiç bitmesin istiyordum. Tabiî ki ayrıca bir it horozu olduğum için yönetim tuvaletleri değiştirmiş diyerek onu erkekler tuvaletine yolladım. Apla kapıyı kapar kapamaz topuklarım kıçıma vurarak ortamdan uzaklaştım Kadir’e en az 3 boy fark atmışımdır.

Bir kere de böyle Tunus caddesinde eskiden Roadhouse olan ama sonradan gay bara evirilen adını bilmediğim yerden eve kadar koşmuştum. Gay bardan yukarı hep erkek sesi geliyor diye, sarhoş kafayla son derece kaliteli bir espri yaparak hooop makinist makaralar karışmış diye bağırdım, yaptığım güzide espriyi anlayan sadece bir pipili abla oldu, o da IQsünün verdiği öfkeli kıvraklıkla vakit kaybetmeden tüm sülalemi kılıçtan geçirerek peşim sıra lame topuklularıyla beni dövmek için koşuyordu, ben de mana, stamina, health artık stash de ne varsa içip topukladım ama ne topuklama, pipili hanım apla sokağın başına ulaştığında ben sokağın sonuna gelmiştim bile.

Yazımın bu son bölümünde kestane balının diyarı tüm Tristram’a selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

alın size dev kültür hizmeti favori şarkılarım: Cunnilingus With A Razor ve Duck Fuck 🙂

You Might Also Like

No Comments

    Leave a Reply