Popüler Kültür
Bölüm 1: Squid Game
Beni tanıyanlar Kore Dili ve Edebiyatı mezunu olduğumu bilirler. Daha da yakından tanıyanlar ise elimde atom bombası olsa çekik gözlü iblislerin ülkesine hiç içim acımadan bırakacağımı da bilirler. Yaklaşık 7 yıl süren düzeysiz ilişkim esnasında her birisinden ayrı ayrı nefret ettim bu hangugsaram’lardan( Y.N: Korece Koreli demektir). Üniversitedeki bölüm Korece öğretmekten ziyade misyoner pozisyonuyla daha çok ilgileniyordu- çok üstü kapalı geçtim mevzuyu evi “Mun Tarikatı” üyeleri basmasın diye böyle numara yapıyorum.
Biraz daha yazarsam sorunsuz olduğunu düşündüğüm Güney Kore ile olan ilişkilerimiz bozulacak. Benim yüzümden Seul büyükelçimizi Kore Dışişleri Bakanlığına çağırıp nota verecekler, hatta iki ülke arasındaki ilişkiler maslahatgüzar (Y.N: zeker, babafingo, şimendifer gibi argoda erkeklik organı yerine sıkça kullanılır) seviyesine indirilecek. Ama en önemlisi Kore Büyükelçiliğinin önüne siyah çelenk bırakmak için yola çıkan güruhun Japon Büyükelçisini tartaklamasıyla mevzu daha da içinden çıkılmaz bir hale gelecek diye düşünmeye başladım. Korece biliyor gibi yapmayım altıma edecek olsam ve Kore’de olsam Korece tuvalet nerede diye soramam bile, oraya ağaç dibine bırakır rahatlarım. Öküz olan Charles Bukowski ve babası bu konuda kendi aralarında süper bir diyalog kurmuşlardı yanlış hatırlamıyorsam “Ekmek Arası” olması lazımdı kitap, ilginizi çekerse okuyun hiçbir şey öğrenmez ama çok eğlenirsiniz. Spoiler vereyim ten rengi ve kendi çişini içmek üzerineydi konuşma:)

Neyse çok sevdiğim Can isimli öğrencim, ruh hastası şeyleri seyretmeyi sevdiğimi bildiğinden “hocam Squid Game tam senlik çok seversiniz” diyerek diziyi aklıma soktu. Ben de ilk fırsatta oturup bitirdim meh dedim ilk, ama kaybettiğim zamana çok da acımadım. Sıkıcı mıydı? Kesinlikle hayır bir kere yüzlerce Koreli film icabı olsa da gözümün önünde acılar içinde ölüp gittiler:) Dizide yeni bir şey seyrettim mi? Daha önce “Battle Royal” izleyen biri olarak, kesinlikle hayır zaten beni bu yazıyı yazmaya motive eden kısmı da bu oldu. Umarım bu yazdığımı aklımda tutarım da yazının bir yerinde neye motive olmuşum bende hatırlarım.

Lost’tan beri popüler dizi sektörü, gerek aşırı tüketilmiş alkol sonrası masaların gerekse de sıkıcı aileler yarışıyor lezzetinde olan, eşinin en sıkıcı arkadaşlarıyla bir araya geldiğin anlamsız ve sıfır ortak ilgi alanının olduğu birlikteliklerin kurtarıcısı bile oldular (öncesinde kendi geliştirdiğim halı motifi sayma oyununda rekorlarım vardı). Kurtarıcı oldular da bence son dönemde işin iyice boku çıkmaya başladı. Kendisini Tom Cruise’un “Son Samuray” filmindeki Ujio karakteri ile özdeşleştiren hatta bir ara Ujio olduğuna gerçekten inanan sarışın(!) bir arkadaşım, Lost’taki John Locke olduğuna inanan sadece kel olan bir başkası ya da ne biliyim cüce arkadaşım olsa o da kendisini kesin Lannisterların İmp’i olduğuna inandıracaktı. Rüştü Asyalı’nın “Keloğlan”ındaki cüce “Bicirik” gül gibi dururken gavur etiketli diye illa Tyrion olacak. Tabi bu arada Tyrion’in kıvrak zekası, vuruş gücü ve sıçan adamdan aldığı intikam da ayrıca takdire şayandır.

Buradan öğreneceklerimizden ilki; Hz. Ali’nin “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyim “ lafı neon harflerle yazılmış olarak 2 gr aklımda yanıp sönmeye başlar, salyalarımdan oluşan göldeki yansımasına boş gözlerle bakarken kendimi yakalardım. Hatta kendisinin bulunduğu bir ortamda tanışsak eminim bu salak kimin arkadaşı diye sorup ortamdan sıvışmaya kalkışırdı. Al sana yeni bir kalkışma ne demekse. Kalkışma bana hep alaturka tuvalette fazla oturunca (çömünce olması lazım aslında ama burada ciddi bir iş yaptığım için yazmadım) bacaklarında derman kalmayıp kalkmaya çalışırkenki zorlanma gibi geliyor.

Öğreneceklerimizden ikincisi ise; yavrum çocuğum işiniz gücünüz yok mu oluyor. Bu kadar boş bir ajanda ile yaşamak nasıl bir şey diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Adam Stargateleri 6 kere izlemiş falan kocaman bir Yuh diyorum, bunu yapan herif metronun içinde ters yöne yürüyerek zaman kazanmaya çalışıyor götüm, sorsan ocakta soğuk füzyon deneyim var diyecek salak.
Üçüncü ve benim en çok kafamı kurcalayan şey ise; “La Casa De Papel”( her seferinde adını doğru mu yazdım diye düşünürüm yanlışsa da çok da fifi, gogol’lamaya üşendim) “Lost” “Game Of Thrones” “Breaking Bad” ya da ileride her ne olacaksa birden hayatımızın ortasına düşüyor. Eğer izlemezsek kendimizi loncanın dışında buluyor hatta bu durum devam ederse loncadan atılmamızla sonuçlanıyor. O kadar kaptırmış bir güruh var ki izlemediysen bilmiyorsan kara cahil ilan edilip recm ediliyorsun. Neyse ben de onlara A Spor ve TGRT Haber seyrediyorum demek istiyorum bağırarak; zahmetsizce IQ kaybetmek mümkün, aslında her şey çok güzel ama siz bunu anlamak, görmek istemiyorsunuz demek istiyorum.
Oğlum evladım ne ara popüler kültürün tepesini çekik gözlüler bastı ulan daha çıkalı bir hafta olmuş bu neyin kafası? Doldurulması gereken bir boşluk mu vardı “La Casa De Papel” den sonra insanlar kendilerini pusulasız mı buldular ne yapacaklarını mı bilemediler?
Yoksa baskılı tshirt satanlardan oluşan İllüminati benzeri gizli bir cemiyet mi var ulan? Eyvah tshirt satışları düştü, borsa çöktü!!!!! Hemen yeni bir dizi çekelim senaryosunu da Hakan Günday ile Mehmet Pozam’a yazdırın, müziklerini Hans Zimmer ile Basil Poledouris birlikte yapsın, prodüktörlüğünü de J.J. Abrahams yapsın…

Ulan bir kere hiç tanımam etmem ama Hakan Günday tanışmamızı takip eden 30 saniye içinde eline ilk geçirdiği sert cisimle benim golgi cisimciğimi ezmeye kalkar baştan proje sıçar onu söyleyim. Düşünsenize herif aşırı anlam yüklü diyaloglar yazarken ben konuyu sündürüp ya da saçma sapan detaylara takılıp adamın iki satır yazı yazmasını cehennem azabına dönüştürebilirim.
Bu arada yeni kitabı çıkacak bu aralar merakla bekliyoruz. Buradan kendisine seslenmek istiyorum hani mikrofonu bulunca apartman yönetimini ya da hükümeti eleştiren amcalar vardır yaa. Efendim Azil isimli kitabınızdağğğki sosyal deney kısmına bayıldık ailece severek izliyoruz bizi de inşallah tez zamanda parça pinçik ederler diye bekliyoruz sayın Gündaaaay…
Sevgili okuyucu ne hakkında yazıyordum artık hatırlamıyorum bende kafa beyin kalmadı, yine zerre bir konudan bahsetmeden bir yazımızın da sonuna gelmiş bulunmaktayız hoşçakalın.
Sevgiler
No Comments